24 Ağustos 2022 Çarşamba

zeytin

sürekli hayatıma diss atıyorum. her an zihnimde dövüşmekle meşgulüm. en kısa zamanda bir çağrışım yapma çabasındayım

bir kitap okuyorum ama buna sonra değineceğim

kafam dolu ama boş tutmaya çabalıyorum. yankı yapıyor. akustiğini ayarlamaya çalışıyorum kafamın. esnek brandaları ellerimle dışarı doğru itelemekle oluyor bu. tüm vücudumu desteğe veriyorum içerde yer açılsın diye.

az önce bir anlık çağrışımımı anlatmakla meşgul oldum. bu beni memnun ediyor. gördüğümü göstermeye çalışmak. gösterebileceğime inanmak. en azından denemek. benim zihnimi bu havuza dökerkenki aracım bu zaten. her neyse.

insanların ağzından kelimelerin çıktıktan sonraki ilk boşluk anında, o ana kadar yapabildiğim çağrışımı dışavurmak için ilk fırsatım ki genelde tek. bu kendi kendime oluşturduğum bir sohbet çelıncı. çevrem artık beni bu şekilde kabullenmiş. ama mesela yaş/ortam/bakış olarak benimle pek aynı düzlemde bulunmayan topluluklardayken tepki alamadığım için olsa gerek bu tavrımda geri tutuyorum kendimi. auramı pasife alıyorum. düşündüklerimin çoğunu söylemiyorum hatta ortamı rahatsız etmesinden sakınarak düşünmekten dahi imtina ediyorum. imtina etmek kelimesini çok güzel cümle içinde kullandım.

anksiyetemin bittiğini sanırdım. geri geldi. burdayım dedi. sorunlarımla aramda bu durum sık sık olur. hep geri gelirler. hep ben burdayım derler. ben de bir şeyler diyecek olurum ama demem. diyemem. başkasının benim yerime demesini beklediğim olmuştur. ama artık beklemem. çünküsü artık beklerimi sürekli ketlerim. yani zaten ketlenmiş olan bekleri burada açığa çıkartmam. ne gerek var. tenezzül etmemek kelimesini sahiplenirim. kafamı akıtmaya karşı değil ama. artık akıtıp içerideki müziklerin anlamlarını daha bir güzellemekle meşgul etmeliyim çünkü.

mutlu yıllar. mutlu yıllar sevgilim.

yıkıklığımdan bahsetmeyeceğim. belki bahsederim.

ama önce okuduğum kitap. kitapta bir danışan var. ve bir psikiyatrist. insan bazen. okuduğu kitaptaki karakterle kendini benzeştirip son sayfaya birlikte ilerliyor. merak ediyorum nereye varacağız.

müziklere haddinden fazla anlam yüklüyorum. bir şekilde sağdan soldan getiriyorum. al diyorum yüklen üstüne. ilk yüklenen anlamı en kıymetlisi oluyor hep çünkü ne kadar süreceğini kestiremiyor insan ve beyaz sayfaya yazar gibi yükleniyor bileğine. ve bazen keşifle bağdaşık olabiliyor.

şu an kafa siktiğimi düşünüyırum. kendi kafam sikildi. diyorum ki ben bıktıysam kim okusun bunları. sonra diyorum yaz sen düzenler içine sindirirsin. başkası kim ayrıca. insanlara sık sık sen kimsin sorusunu soracak konumda bırakmak gerekiyor.

her neyse.

her ne idiyse.

zaten her şeye hak ettiğinden fazla anlam tanımlarım. tanımladıklarıma yani. bir şekilde kıyısından filan hayatıma dahil olan bir şeye anlam yükleme ihtimalim %96 gibi bir oran. kendine veremeyeceği kadar değeri heba ediyorum bir şeylere. bu bir şeyler bazen birileri oluyor bazen bir an, kitap, şiir, müzik, eşya, renk, durum. yani ne bileyim bir cipse bile anlam yüklerim. eğer bu anlamlar örneğin 8. boyutta görülebilen şeyler olsaydı benim anlam ayak izim o kadar fazla olurdu ki. bu yüzden suçlu sayılırdım kesin. incelenmek üzere peşime düşerdi anlam arayıcıları. onlara o kadar fazla anlam eklerdim ki belki bana anlam bağlı olurlardı bu yüzden. anlamlı kölelik. manidar.

keşke bir anlamı olsaydı mesela şimdi. o kadar reklam yaptıktan sonra. destekleseydi kendini. üzgünüm. başta kendime. ama doğum günüme kadar dinleyeceğim bunu.

"benim için tutar mısın kendi ellerinden?" sana bir sorum var. bu sen kimsin inan bilmiyorum. hiç bilemedim bunu ilk sorduğumda bile ama işe sorum: barış eli uzatsam, hayatın elimi tutar mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder